14 Haziran 2014 Cumartesi

TUTAMIYORUZ ZAMANI

Her gün beynimize kazınası bir çok olay yaşanıyor Canım Ülkemde. O kadar çok değişiyor ki gündem beynimize kazınası bu olayları saniyelerle, en fazla günlerle tüketip geçiştiriyoruz. Tarihe tanıklık ediyoruz lafın özü. Tanıklığın hakkını veriyor muyuz? Elbette ki çoğumuz için bunun cevabı koskoca bir HAYIR.

Manisa Soma kömür faciasında, söylenen rakamlara göre 301(!) kişi hayatını kaybetti yazamadığım süre içinde. İçimiz parçalandı gördüğümüz karelerle. Göz yaşlarımız sel gibi aktı. Daha bizim bile -bizim derken faciada yakınlarını kaybedenler dışındakileri kastediyorum- göz yaşımız kurumadan faciada yakınlarını kaybeden mağdur aile yakınlarından birilerinin büyük (!) mertebelerde bulunan kişi ve yakınında görevli kişilerce tokatlanıp, tekmelenmesine tanık olduk. Hemen aklıma geliveren çok bilinen bir halk hikayesinde son noktayı koyan "Ben sana vezir olamazsın demedim; adam olamazsın dedim" diyen sözleri cuk oturmuşluk hissi yaşattı bende haliyle. Akıllara durgunluk veren açıklamalar kanımızı beynimize sıçratırken; bir kısım beyin hücrelerinin işlevinden bile habersiz insandan bozma kişilerin de boşbakanın tokatına maruz kalan genci travesti tiplemesine çevirerek alay ettiğine de tanık olup tokatlayanın reklamını yapmayı kendine vazife edindiklerini gördük. Hatta bir ara boşbakanı mağdur ilan edip, ağlamaklı, azarlamakla yaltaklanmak arasında gidip gelen konuşmalara tanık olduk (şahsen bu olay mideme ve yüreğime ağır işkenceye sebep olduğundan yine tv izleme engellisi Suzan'a geçiş yapmayı tercih ettim.). Bu hal ve hareketleriyle alay ettikleri gençten daha kıvrak olduklarını ispatlasalar da mizahı yerlerde süründüren kralcılara aynı olayı yakınen tatmanın sefalet ve alçaltılıcılığını, bir o kadar da zavallılığını yaşamalarını diliyorum. Çok merak ediyorum o mertebeye erdiklerinde de aynı pişkinlikle gülüp dalga geçebilecekler mi?

Değinmeden geçemeyeceğim.  Ambulansa taşınan maden faciası mağduru işçisinin  "Çizmemi çıkarayım mı" sorusu üzerinden dürüstlük ve insanlık yarışına girmiş, evde farklı-dışarıda farklı, amire farklı- memura farklı, çıkarı olana farklı-olmayana farklı, A partisi yaptığında  farklı-kendi oy verdiği B parti yaptığında farklı, paralıya farklı-parasıza farklı (Elbette makul farklar istenen türdedir ama burada bahsettiğim fark iğrençlik şeklinde maalesef. Fark gözetilerek davranılmalıdır; ancak bu tavır; iyiye farklı- kötüye farklı, işini iyi yapana farklı, işini kötü yapana farklı olacak şekilde ayarlanmalıdır) davranıp 70km hız sınırında 140km hızdan göstermelik 30-40km hıza düşenleri gördükçe "ya bunlar ne yiyip içiyor, yedikleri mi zehir etkisi yapıyor, yoksa ne oluyor da böyle oluyorlar?" diye kendi kendimi sorgularken yakalıyorum. Hayır cevap önemli. Bulduğumda cevabı kendim ve yakınlarım için kaçınılası şeyler listesine alacağım.

Acının gölgesinde sessizce geçişitirildi 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı. Bazıları zil takıp oynamamak için zor tuttu kendini, bazıları gereken saygıyı gösterip anma töreniyle yetindi, bazıları zaten her şeyden bihaberdi.

Gezi Direnişinin yılı anıldı. Elbette halkından tomasını, gazını, jopunu, plastik mermisini esirgemedi bu hükümet.

Bayrak faciası ve yapılan kıytırık açıklamanın etkisi henüz soğumadı ki besleme kötülerin haddini aşan tavrıyla bir kere daha şapka düştü kel göründü. Görme özürlüler için de alt yazı geçildi ve bu utanç verici ulusal ve uluslararası gelişmeler tarihe not olarak düşüldü. Yıllardır kadın, erkek, bebek ayırmaksızın ölüm saçan terör örgütü mevzu bahis olunca, ya birden nereye sakladıklarını bilemediğimiz vicdan ve empati devreye giriyor ya da esip gürleniyor da nedendir bilinmez hoşgörüsüzlük ve insanlık dışı davranışlarını, nefret dolu kararlarını ve eli silahlı güçleri "sakla samanı, gelir zamanı" fikrinden hareketle sadece kendine muhalif insanlar için seferber ediyorlar. Bu kötücül ayrımcı tavırlarıyla karar alan ve saldıranlar kadar bu kararları alkışlayanların da ölen her insanın canından, kanından sorumlu olduğunu, çekilen her eziyette büyükçe payı olduğunu bilmemeleri mümkün mü?

Manavdan kasaptan büyük titizlikle alış veriş yapıp ezik, çürük ya da bayat mal için hak arayan ya da küfreden,  en iyi ihtimalle sızlanan bu insanların yönetim konusunda her türlü akıl almaz karara kafa sallamaları ya da "eeee  bilmem kim zamanında da bu yapılıyordu" saçma repliğini kullanmalarındaki, o zaman kabul edemediklerinin milyon katı istenmeyen gelişme ve uygulamaları şimdi kabul ediyor, hatta savunuyor olmalarındaki çelişkili  mantığı biri bana açıklasın Allah aşkına.

Daha önceki yazılarımdan birinde tarih bilinci üzerine yazmıştım. Yine diyorum; tarihi doğru bilmek, yaşadıklarınızı doğru yorumlamak çok önemli. Tarih kadar önemli bir diğer konu da Yardımlaşma. Dilimiz, inancımız, rengimiz, milliyetimiz ne olursa olsun, İNSAN'ı, CAN'ı esas almıyorsa değerlerimiz; gözden geçirmeliyiz değerlerimizi ya da hareketlerimizi.

Manisa Soma'daki kömür faciasının mağduru kadın ve çocukların, kurtulan emekçilerin bundan sonra bizlerin yardımına, duyarlılığına ihtiyacı var. Devlet üstlendiği baba figürüyle en köklü çözümler için fikir üretip uygulamalı ve bizler de denetlemeli, hatırlatmalı ve sorgulamalıyız. Bununla da  yetmez; imkanlarımız ölçüsünde yiyeceklerini, giyeceklerini, oyuncaklarını, okul ihtiyaçlarını, bayramda harçlıklarını, şekerlerini ve hatta yolumuz düştükçe güler yüz, tatlı dil ve sıcacık kucaklaşmalarını sağlayabilmeliyiz.

Yas süreci, herkese göre değişmekle birlikte acıtan bir süreçtir. Bu süreçte bağırıp çağrışmalarına ya da isyanlarına gereken olgunlukla yaklaşmalı, haklı isyanlarını dile getirmelerini sabırla dinlemeliyiz. Diliyorum bu tip üzücü olaylara sebep olan ihmal ve davranışlarla gerektiği şekilde mücadele edilir. Yoksa Ahmet!i Mehmet'i göstermelik suçlayıp dikkat dağılınca salıvermek son yılların modası. Aman ha, bu moda alışkanlığını temizleyelim.

Şu saatler artık Babalar Günü var. Babalarımıza olan sevgimizi göstermek bir güne sıkıştırılabilir bir şey değil. Babalarımızı ihmal etmeyelim elbet; ama özellikle daha yeni Manisa Soma Kömür faciasında babalarını kaybedenler olmak üzere babasını kaybetmiş insanların hassasiyetine de dikkat edip, güzellikle, hoşlukla ama abartı ve kuru gürültüden uzak kutlayalım lütfen. Zira mağdurlardan çoğu eminim "gelme babalar günü, gelme!" modundadırlar haklı olarak.

Şimdi sıra fotoğraflarda...



                                              Bu kolajda Kullanılan resim ve fotoğraflar alıntıdır.


































23 Nisan 2014 Çarşamba

"BUGÜN 23 NİSAN HEP NEŞEYLE DOLUYOR İNSAN"

Eveeet iş yoğunluğu nedeniyle bir süredir ihmal edilen bloguma şefkat gösterme vakti.

Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Hepimizin bayramı kutlu olsun.

Size oturup muhteşem tarih bilgimi sergileyecek değilim. Şu yazımı ya da benzeri bir yazıyı okuyup meraklanmanız ve araştırmanız bile bir kar diye düşünüyorum. Hatta bunu yapan sadece bir kişi bile olsa.

Ne cehaletin rehavetiyle şükürlere sarılmak ne de öfkelenip her şeye küsmek kabul edilir değil.

Tarih, yaşanmışlıklardan ders almayan Milletlerin hikayeleriyle dolu. Zor ama yapılacak tek şey; öğrenmek ve öğrendiklerimizi hayata geçirmek. Zira hayata geçiremediğiniz takdirde sadece gereksiz bir yük haline geliyor doğru öğrenilenler.

Dolayısıyla belli aralıklarla aynı kapıya çıkan karmaşalarla sarsılmamak ve tekrarlarını yaşamamak için tarih bilmek lazım. Tarihi DOĞRU bilmek ve o tarihe sahip çıkmak lazım.

Yoksa yine "tarih tekerrüden ibarettir" der otururuz.

Bir sitemim de bu resmi tatillere cezbedici aktiviteler düzenleyenlere. Varlığınızı borçlu olduğunuz o günlere sırtınızı dönerseniz, gün gelir o aktiviteleri yapamaz olursunuz.

Öğrenseniz doğru şekilde ve bilgilenseniz, klavuz edinseniz tekerrür etmeyecek TARİH be güzelim...

Şimdi sıra çiçeği, böceği, insanı,yapısı, anısıyla ANITKABİR fotoğrafları, hem de taze taze.










































































































16 Nisan 2014 Çarşamba

HADİ ÇIKIP SERA DOLAŞALIM GÖZÜMÜZÜ GÖNLÜMÜZÜ AÇALIM

"Hadi çıkıp dolaşalım da hava alalım"  "Hadi değişik bir şeyler yapalım" cümlelerinden sonra kendilerini büyük alışveriş merkezlerine atanlara sinir oluyorum. Elbette alışveriş merkezlerine hiç gidilmesin anlamında değil bu sözlerim. Özellikle alış veriş amacıyla olmak üzere, sinemaya ya da yemeğe gidilir elbette. Ama her zaman nedir bu kapalı mekandan kapalı bir başka mekana transfer isteği anlamış değilim. Sanırım zaman içinde toplumumuzda açık havada sosyalleşme fobisi geliştirildi. Neyse ki; bizim içimize işleyemedi bu fobi.

Bizde sıkça yaptığımız "Hadi çıkıp kaybolalım" etkinliklerimiz vardır. " Hadi kaybolalım da piknik yapalım", "hadi kaybolalım da uçurtma uçuralım", "hadi çıkıp çiçek koklayalım" deyip Kale eteklerinde ya da Varlık Mahallesindeki seralarda geçen aktivitelerimiz... Bu aralar bir de "hadi kaybolalım da fotoğraf çekelim" aktivitelerimi araya kaynattım. 

İlla bizim yaptıklarımızı yapın demiyorum. isteyenlere kopya çekmek serbest tabi -Hadi yine iyisiniz!-  Hazır her yer avm değilken, kendinize ve sevdiklerinize  Hadi ile başlayan doğru aktiviteler uydurmanızı diliyorum. Zira her kaliteli birlikteliğin temeli birlikte nitelikli vakit paylaşmaktan geçer. İster aileyle, ister sevgiliyle, ister arkadaş veya dostlarla. Nevi ne olursa olsun sevdiklerinize vereceğiniz en anlamlı hediye kendiniz ve zamanınızdır. Tüm uzmanlar bunda hem fikir. Dolayısıyla hadi gelenekleri başlatın bir an önce.

Şimdi "Hadi çıkıp sera dolaşalım, gözümüzü gönlümüzü açalım" aktivitemizden bolca olmak üzere biraz fotoğraflarıma göz atalım...